‘Çocuk’ diyince dünyam aydınlanıyor, ufkum genişliyor.
Var oldukları halde bırakabilsek kimbilir neler yapacaklar. Tam da bu sebeple ben çocuklara bir şeyler öğretmeyi tavır olarak gönlüme ve zihnime sığdıramıyorum. Hayal dünyalarıyla herşeyi halledebileceklerine dair inançları o kadar güçlü ki aslında…Tavrımız, tutumumuzla her seferinde onları bu hayallerinden uzaklaştıran ‘her şeyi bilen bizler’ oluyoruz.
Hele ki konumuz ‘farkındalık’ ise bu zamana kadar çocuklarla ilgili öğrendiklerime ve inandıklarıma bir anda ters düşüyorum.
Biri birine bir şey öğretecekse ve bu farkındalık olacaksa, çocuklar biz ‘büyüklere’ neler neler öğretir. Çocukların kendi doğalarında ziyadesiyle var olan farkındalığı, karmakarışık olmuş biz büyüklerin onlara öğretmesini de açıkçası biraz komik buluyorum.
Kendimi unuttuğumuz yerden; bedenen, ruhen ve zihnen dışarıda olan halimizden onlara bunu öğretmeye çalışmak beyhude bir çaba olmaz mı? Tam da bu noktada sevgili hocam Eline Snel’in özellikle altını çizdiği bir konu var ki o da ‘büyüklerin’ önce kendilerinin farkındalık çalışması yapıyor olması. Bu sebeple de ilk dersin adı ‘Farkındalık Seninle Başlar.’
En basitinden çocuklar henüz dil gelişimlerini tamamlamadıkları dönemlerinde ağlayarak kendilerini ifade etmeyi ve kendilerini fark ettirmeyi öğrenirler. Bizler de yetişkin ‘aklımızla’ hemen ağlamamaları için üstün bir çaba içine girer ve susmalarını sağlarız. Hele bir de zihinden ‘Ne var bunda ağlayacak’ şeklinde çıkan cümle dile düşmüşse işte o zaman görün siz olacakları… Çocuğun da zihni başladı işte şimdi işlemlenmeye: ‘Beni hiçe saydı, benimle ilgilenmedi, benimle ilgilenmeyecek galiba; hadi o zaman şimdi daha yüksek sesle…’ Çocuğun o anki halini hiçe saymanın özünde ise aslında kendi hislerini bastırmaya şartlamış/alışmış büyümüş insan mekanizması yatıyor. İşte bu yüzden Eline’in de dediği gibi kendi farkındalığın için uğraşmadan çocuğununkine ‘bulaşmak’ suni bir çaba.
Bu ön koşulu uzun uzun vurguladıktan sonra Eline Snel farkındalık çalışmasına başlayan bir insanın aslında seçim yapmaya başladığını belirtiyor – durmadan devam etmek yerine sessizce durarak, sakin kalmak, durulmak ve tam o an içeride ve dışarıda ne olduğuna bakma seçimi. Bunun için de dört basamaktan bahsediyor:
Dur – Gözlemle – Gevşe – Seçim Yap
Dur
Alışkanlığa bağlı reaksiyonlarını durdur. Otomatik olarak devam etmek yerine dur.
Gözlemle
Şu anda ne olup bittiğine bak.
Gevşe
Nefes alıp verdiğini fark et: nefes dikkatini zihninden bedenine getirmene yardım edecek.
Seçim Yap
Fevri (dürtüsel) tepki vermek yerine o anki durumu bilinçli olarak ele al.
Peki Kurbağa da Nereden Çıktı?
Eline’in nefese dönebilmek için geliştirdiği, 5 – 12 yaş arası çocuklarla yapılabilecek çalışmasında kullandığı metafor kurbağa. Eline Snel, kurbağaların bazı özelliklerinin Kurbağa Çalışması olarak adlandırdığı farkındalık çalışması için tam oturduğunu düşünüyor:
Kurbağalar durma ve hareketsiz oturma konusunda çok çok iyiler, tamamen hareketsiz oturabiliyorlar. Ve hareketsiz otururken trans halinde de değiller – yani mesela karınları açsa ve o anda önlerinden bir sinek geçiyorsa dilleriyle o sineği yakalayacak kadar andalar. Hem içlerinde hem de dışarıda olup bitenin farkındalar. Kurbağalar çok uzun süreler boyunca odaklanabiliyorlar. Çocuklar kurbağaların nefes alıp vermelerini çok rahat fark edebiliyor. Aynı zamanda kurbağalar çok büyük, çok çok büyük sıçrayabiliyorlar – birden bire bambaşka yerlere gidebilen düşüncelerimiz gibi. Biriyle sohbet ederken birden bir önceki tatilimize, oradan o tatilde karşılaştığımız arkadaşımıza, oradan aynı arkadaşımızın on sene önce bize söylediği bir sırrına çooook kocaman sıçramalar yapabildiğimiz doğru. Neticede zihnimiz bu konuda kurbağadan hallice.
Eline Snel, bu metaforu daha da özümsemek için Kurbağa Çalışmasını yapmadan önce çocuklarla kurbağanın özellikleri hakkında bir sohbet başlatmayı faydalı buluyor. Bu sohbette değinebilinecek kurbağa özellikleri şunlar:
Bir kurbağa –
Çok büyük atlamalar yapabilir ama tamamen hareketsiz de kalabilir/oturabilir.
Etrafında olan biten her şeyden haberi olsa da, ani tepki verme eğiliminde değildir.
Zihninde beliren düşüncelere kapılıp gitmek yerine hareketsiz oturup nefes alıp vererek enerjisini muhafaza eder.
Nefes alıp verirken tamamen hareketsiz oturur.
Göbeği bir şişer bir iner. Bir şişer bir iner.
Haydi o zaman kendi kendine ve çocuğunla beraber kurbağa olmaya!
Eline’in ilk dersteki öğretisi her gün belli bir zaman ayırarak çocuğunla beraber bir kurbağa gibi hareketsiz oturma ritüelini oluşturmak ve bu sırada nefesi takip etmek yeterli oluyor. Eğer nefesini takip ederken dikkatin dağılıyor, zihnin başka yerlere takılıyorsa da tek yapacağın bunu fark etmek, sadece fark edip başka da bir şey yapmamak. Her gün 5 dakika da olsa, buna disiplinle devam etmek. Bununla ilgili aklıma gelen pratik yöntem ise ‘her yarım saate alarm kurmak, alarm çaldığında nefesinize bakmak’ olabilir. Bu bağlamda sadece ‘başlamak’ en büyük adım.
Hadi o zaman neyi bekliyoruz, başlayalım!
‘Çocuklara farkındalığı biz mi öğreteceğiz?’ sorusuna illa da bir cevap bulmaya çalışmak durumundaysak şöyle sıralayabilirim.
Kendi pratiklerimiz ve öğrenme yollarımızla onlara öncelikle rol model olabiliriz. İşin özünü öğrenmesi ve kendisini disipline etmesi için destek verebiliriz ki bunun da yolu farkındalık gruplarının içinde yerini almasını sağlamak olabilir.
Çocuklar bu eğitim süresince stabilize olmayı, odaklanmayı ve dikkat etmeyi öğrenirler. Düşündükleri, hissettikleri ve deneyimledikleri şeylerle ilgili yargılardan arınıp, iç dünyalarıyla yakınlaşırlar. Zor düşünce ve hisleri bastırmadan ve onlara kapılmadan, dikkatle hayatlarına dahil etmeyi öğrenirler. Kendilerine ve başkalarına nazik olmayı deneyimlerler.
Peki bu eğitimin temel öğelerini oluşturan konular nelerdir?
Gözlem ve konsantrasyon
Beden ve beş duyu farkındalığı
Sabır, güven duymak ve bırakabilmek
Hisleri ‘hissetmek’ ve var olmalarına izin vermek
Düşüncelerle baş etmeye alışmak
Kendine ve başkalarına nazik olmak, şefkat göstermek
Biz bunu kendimiz de yaparız, ne gerek var diyebilirsiniz elbet ve ah keşke hep yapılsa da zaten.. Bana göre mindfulness’ta en önemli şey seçim yapmak. Hoşa giden anlar ve hoşa gitmeyen anlar olarak ayrımlaştıran zihnimiz daha çok hoşa gitmeyen süreçlere odaklanarak onları hikayeleştirebiliyor ve bir şekilde de bu süreçlerin ‘an’ olmasından bizi uzaklaştırıyor. Bu noktada içinde bulunduğumuz her ne ise (duygu, düşünce, his, fiziksel bir belirti ya da imaj) onu fark ederek duygu merkezinden yönetim merkezine giderken seçim yapma an’ı bana göre mindful olma hali; o an için neyin fonksiyonel olacağına dair seçim yapmak ise işin özü.
Bu bağlamdan bakıldığında da örneğin; 7 yaşındaki çocuğunuz siz eve geldiğinizde sizi rahat bırakmıyor, sürekli sizinle oynamak isteme talebinde bulunuyorsa kendinizde ortaya çıkan duyguyu gözlemlemeniz sizin farkındalık pratiğiniz oluyor. Bu noktada çocuğunuzla mindful bir iletişimin temellerini de atmaya başlıyor oluyorsunuz ve bu halden çocuğunuza yanıtlar vermeyi deneyimliyorsunuz.
Farkındalık uygulamasının hem basit ve söylemesi kolay; hem de derin bir kavram olduğunu yeniden hatırlarsak pratikle geliştirilmesi gereken bir beceri olduğunu da unutmayız. Farkındalık, insanda doğuştan olan ama pratikle geliştirilip derinleşebilecek bir beceri olarak da düşünülebilir. Tıpkı toprağı işlemek gibi…Tohumları ekmeyi, sulamayı, köklendikten sonra onlarla ilgilenmeyi, kalbimizin toprağında büyütmeyi, faydalı ve yaratıcı bir biçimde çiçeklendirmeyi ve meyve vermesini sağlamayı beklemek gibi…
Çocuklar her sabah sınıfta yoklama yapılırken ‘Burada’ derler ama bazen sadece bedenleri oradadır. Farkındalık, herşeyiyle orada olmak demektir.
Gelin biz de çocukların ‘burada olma’ becerilerini geliştirelim. Zihinle, kalple ve bedenle…
Bizler tohum ekelim, bakalım ne zaman şaşırtıcı ve yaratıcı bir şekilde bir filiz ya da bir çiçek verecek görelim.
Commentaires